Aslında her şey bir gaz bulutuyla başladı. Ama o kadar gerilere gitmeye gerek yok. Jordan Mechner’in, kardeşini etrafta koşturup sonra da bunları kameraya çekmesinden ve böylece motion capture’ın temellerini atmasıyla doğan ilk Prince of Persia’dan da başlasak gayet yeterli olur. Bilgisayarların muhasebe makinaları olarak görüldüğü bir zamanda piyasaya çıkan PoP, bünyelerde (ve kaçınılmaz olarak mesai saatlerinde) bomba etkisi yaptı ve oyunları bugünlere getirecek olaylar zincirinin ilk halkalarından biri oldu.Elbette, doksanlardan bu yana oyun sektörü inanılmaz büyüdü. Artık ufak, amatör yapımların yerini, binlerce kişinin ekmek parasını çıkarttığı sanat eserleri alıyor. Oyuncular daha gerçekçi ve daha eğlenceli oyunlar istemeye başladı ki bu da bizi Assassins’s Creed’e getiriyor. Sizi oyunun benzerine az rastlanır büyüsü olduğuna ikna etmeye çalışmadan önce tek bir şey söylemek istiyorum. Kendinizi Kudüs’ün en yüksek minaresinden aşağı bırakıp son onda bir tahta parçasına tutunarak tüy gibi yere indiğinizde, oyun oynamayı neden hala sevdiğimizi tekrar hatırlayacaksınız. Evet, AC böyle bir sihre sahip.Aslında PS3'te, Can ile suyunu çıkarttığımız bir oyunu, sıfırdan PC’de oynamak beni birazcık sıktı. Bunun nedeni ise AC’nin belli bir yerden sonra kendini tekrar etmesi. Ama yine de bunlar, ekranlarımızda görmek istediğimiz tekrarlar efenim. Çünkü ilk Leap of Faith’ten sonra etrafınıza bakındığınızda insanların size “Ah yavrucak, delirdi herhalde” demesinden tutun da, Kudüs’ü ilk kez gördüğünüzde çenenizin düşmesine kadar AC, gerçekten çok güzel bir oyun. Fakat Jade Raymond’un gözlerini kırpıştırıp da söylediği gibi de hayatımızı değiştirecek “O” oyun, bu değil. Nedenlerine nasıllarına gelin birlikte bakalım.
İşletim Sistemi: Windows XP/ Vista
İşlemci: Intel Core 2 Duo 2.2 GHz / AMD Athlon 64 X2 4400+ Ram: 2GB RAM (3GB for Vista)
Boş Alan: 8 GB
Video Kartı: Shader Model 3.0 / 512 MB RAM (ATI Radeon HD 2900 XT/nVidia GeForce 8800 GTX)
Ses Kartı: DirectX Compatible